29 Nisan 2012 Pazar



"Gitmek fiilinin altını, çift çizgiyle en güzel trenler çizermiş."

Hasan Ali Toptaş

e bunun üstüne söylenecek pek bir şey kalmıyor zaten...

 Melike

22 Nisan 2012 Pazar

Ben takım tutmam ki!



Fenerbahçe-Galatasaray maçının büyük yankı uyandırdığı bu günün sabahında kendi kendime düşündüm: İnsan takım tutmaya nerden başlar, neden takım tutma ihtiyacı hisseder kendinde? Bir çocuk aklıyla bugün babama neden fenerbahçeli olduğunu sordum. 'Baba niye fenerbahçe?'. 'Fenerbahçe halk takımıdır yavrum.' dedi. 'Halkını çok sever; iti kopuğu zengini fakiri iyisi kötüsü her türlü insan vardır bu takımda. Galatasaray Fransız köpeğidir, yalakadır. Galatasaray lisesinden mezun olamayan (fransızca bilmeyen) biri takıma başkan olamazdı. Hatta Osmanlının son dönemlerinde işgal güçleriyle bir olup Fenerbahçeye karşı maç yapmışlardır' dedi. (bu paragraf ilkokul sosyalbilgiler kitabında Atatürk ünitesinden alıntılanmış gibi mi oldu sanki? Evet öyle oldu.)

Bu yüzden fener hep yanlızıdır. Galatasaray yarın çıkıp Fenerbahçeye karşı 'yaşasın Trabzonspor' diye bağırabilir. Ama Fenerbahçe tek ve asildir her zaman... Bugün Fenerbahçe yendi, aslında umrumda değil ama Fenerbahçe-Galatasaray maçları her zaman aynıdır. Maçtan önce Galatasaraylılar konuşur, maçtan sonra Fernerbahçeliler...
Oyy neler diyorum ben böyle, babam beni ne çok etkiliyormuş meğersem. Aslında futbolla pek alakalı sayılmam, hatta önemsemem diyebilirim. Çünkü bu iş Türkiyede çok farklı bir hal aldı. Spor barışı ve kardeşliği sağlamaya çalışan bir kurumdan çok üsttekilerin para kazandığı ve birilerinin de akılsızca iddialara  yada maç biletlerine para yatırarak kaybettiği bir kurum oldu çıktı ortaya!


Televizyonlarda  ve radyolarda futboldan bihaber adamlar iki futbol terimini ağızlarına dolayarak çok da bilimsel ve önemli bir şeyler söylüyormuşçasına bir ciddiyetle, üzerlerinde takım elbise ve ellerinde kalemle insanları aydınlatmaya! çalışıyorlar. Üç-dört saat boyunca bir derbi (ahanda derbi dedim ) ve pozisyonları hakkında tartışıyorlar.


Sporu severim ama insanı aptallaştıranını değil! Oysa o sahaya giren her seyirci aklını takımının yöneticilerine satmış oluyor. Eğer orda bir takıma karşı bulunmayı göze almışsa bunu namus meselesi addedip yapılan her şeyi mübah sayacak kadar kör olabiliyor. 'Yığınlar düşünmez, maruz kalır.' diye bir söz vardır ya, aynen öyle sevgili Ruken ve Melike. (biliyorum bu yazıları sizden başka kimse okumuyor)

Bu tür işler milleti ayrıştırmaktan başka hiçbir işe yaramaz! İnsanların farklı takımdakilere nefretle bakmasına da yarıyor, doğru ya!

                                                                                                                                        Zeynep

15 Nisan 2012 Pazar

Misafirlik Gezmecesi

Okula gitmezsen , annene mahkumsun!


Sıkıcı ve yoğun bir vize haftasından sonra kendime tamı tamına bir hafta tatil verdim. Biraz fazla olduğunun farkındayım :)

İlk günler tatilim uyuyarak geçiyordu, ta ki annem bu rahatlığımı fark edene kadar. Hasta numarasını yapabilirdin Melike!
Rutin olarak sabah 9 10 da kalkan annem, dakika başı ismimi karşı ki apartmandakiler duyacak kadar bağırması beni o sıcacık yataktan kaldırması için yeterli bir sebep.
Evett temizlik başlasın. Ortalığın şöyle bir toplanması, süpürülmesi, silinmesi, tozunun alınması derken melike pert! Şimdi burdan kolay gözüküyor ama değil işte ;)

Meğersem annemlerin (yengemler ve babaannem) haftalık programları varmış; günler, sohbetler, alışveriş, pazar. Ve ben bir hafta boyunca bunların hepsine iştirak etmiş bulunmaktayım. Düşündüm de şöyle bir kaç hafta aynı şeyleri yapsak, evlilik namına her şeyi öğrenmiş oluruz :) Daha tatlı tarifi vericem size durun! :)
Bu gezmeceden ikisini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Çarşamba günü kuzenim Esra ablama umre ziyareti vesilesiyle yola düştük, taaa İkitelli ye. Hemen yemek faslına geçmek istiyorum, söylemesi ayıp yemeye pek düşkünüzdür ailecek. Fatma Halam da çok güzel salata yapmış. http://www.portakalagaci.com/ gibi de anlatamam şimdi ama , 2 bardak kadar kısırlık bulguru haşlamış, dere otu ve yoğurtla karıştırmış. Hem hafif, hem lezzetli, tam damaklarınıza layık.  Allahım neler diyorum ben :) şaka şaka yapın bakın çok lezzetli. Hurmalarımızı yedik zemzemlerimizi içtik, yüzüklerimizi, tespihlerimizi aldık, ve evimizin yolunu tuttuk, insanın evi gibisi yok ya. Allah sevgili ablamın umresini kabul etsin bizlere de gitmeyi nasip etsin.

Cumartesi günü de akrabamızın yeni doğmuş bebeğinin mevlidine gittik. Gitmek denirse tabi ona. Mübarek nasıl yağmur yağıyor, güğüm tersine dönmüş sanki. Başakşehire bir daha adımı mı bile atmam. Taksi yoktu ya taksi. Başakşehirliler kızmasın. Semtinizin biraz daha gelişmeye ihtiyacı var :P
Neyse efendim bildiğiniz üzre mevlidlerin vazgeçilmezi tavuklu tane tane beyaz pilav ve  yanına tatlıdır. Bu böyle gelmiş böyle gider. Tam böyle bir tabak beklerken sen gel o tatlıyı, hani kağıttan altlıklar vardır ya, tam olarak şundan bahsediyorum, işte bunun içine koy. Yav mübarek önemli olan o tatlının şerbeti akıcak o pilava değecek. Sende o lezzete varıp, mevlidde olduğunu anlayacaksın. Bana bunu yaşatmadılar :)
Velhasıl kelam, o tatlı bebeğin bu güzel geleneği yaşamış olması, Kur'an la doğup, yaşantısının her anında O nun bilincinde olabilmeyi hem o ufacık bebeğe hemde bizlere nasip etsin.

Demek ki neymiş. Okulu asmıyoruz gençler. Yoksa annenizle yollara düşer, evde temizlik yaparsınız. Şaka bir yana arada bunu yapmak lazım. Akraba ziyareti, bir araya gelip hal hatır sormak, hoş sohbetler... bunlar güzel şeyler, gençken tadına varmak daha güzel bence. Hadi haftaya güne beklerim :)

Melike  

14 Nisan 2012 Cumartesi

Bismillahirrahmanirrahim


Biz dahi onla başla başlayalım ki işimiz rast gitsin,açık olan kapılar açık kalacağı gibi kapalı olanlar da 'Bismillah' miftahıyla açılsın.

İlk yazım olduğundan kısaca ben kinem bir söyleyeyim istedim.'Yazım' dediğime bakmayın,şimdi herkes yazar, herkes şair,bir gece akşam haberlerini izleyen herkes siyasetçi,bir haftasonu tiyatroya giden adam da entelektüel zaten!

Neyse boşverelim bunları,ben Zeynep.Bu kadar yani.Bir de farsçayı çok severim,divan beyitleri okur,şarkılarını dinler filmlerini Hollywood'un o pek afili filmlerine tercih eder ve hatta farsçanın şarkıya ve şiire en güzel yakışan dil olduğunu söyler dururrum.Amacım orda burda çokça rastlaştığımız çok endişeli laik aydın Türk kadınlarının da bahsettiği gibi Türkiyeyi İran'a çevirmek değil,korkmayın.Bu sadece bir sanat aşkı(:

Eğitim sisteminin çokça konuşulduğu bu dönemde size eğitimin anlam ve önemine dair bir şey göstereceğim:



—Okul çok saçma… Öğretmenler hiçbir şey bilmiyor.

—Çok ayıp, bilmez olur mu hiç.

—Bilmiyor tabii, resim öğretmenini duydum öğretmenler odasında “Gece ne giysem?” diyordu.

—Kime diyordu, sana mı?

—Hayır bana değil, matematik öğretmenine. Matematik öğretmeni de “Puantiyeli bir şeyler giy” dedi.

—Yavrum o dersle ilgili bir konu değil ki.

—Olur mu, matematik öğretmeni hep bize puan veriyor. Demek ki dersle ilgili.

—Ama resim öğretmeni sormuş, Türkçe öğretmeni “Geze ne giysam?” diye sorsa anlarım.

—Soruyor ki. Sınıfta sordu bize.

—Sınıfta size öğretmek için…

— “Gece ne giysem?” diye…

—Hay Allah, o da mı ne giyeceğini soruyor?

—Evet, haftaya öğretmenler gecesi varmış.

—Gündelik şeyler sorulabilir bence. Asıl önemli olan sizi o dersle ilgili bilgiyle donatması, ilim irfan ışığı vermesi, eğitmesi, yontması, çağdaş, ilerici, yaratıcı ve kendine güven duyan bireyler haline getirmesi.

—Yontması mı?

—Yani şekil vermesi

—Dün sabah müdür yardımcısı çocuğun birine şekil verdi. Önce kulağından bir parça kopardı, sonra makasla saçlarını kesti.

—Abartma oğlum, ben şekil vermek derken eğitmek gibi, yetiştirmek gibi söylüyorum. Yani sivri yanlarınızı düzeltmesi…

—Bizim sivri bir şeyimiz yok. İngilizce öğretmeninin var ama.

—Nedir o?

—Kafasında. Çok uzun, çok sivri.

—Toka mı?

— Bilmiyorum. Geçen hafta bir arkadaşımıza doğru eğilirken başka bir arkadaşın dudağına battı. Dudağı kanadı.

—Bunlar öğretmenlerinin bir şey bilmediğini göstermez, kaza olmuştur.

—Çocuğun ağzına bir toz sürdü. “Makyaj çantamda bu var şimdi, kapatır sonuçta” dedi.

—En azından gayretliymiş. Bilen insan çok belli etmez hem.

—Ama gerçekten bilmiyorlar. Biz sınav olurken bulmaca çözmüştü. Yarısını boş bırakmış, yarısı da yanlış.

—Hangisi?

—Çengel.

—Onu sormuyorum, kim yani?

—Basri Çengel. Sorulardan birini söyleyeyim mi? Soldan sağa 5: Bir tür elbise.

—Kaç harf çıkmış?

—T, U, V, A, L ve E harfleri çıkmıştı. 7 harfli.

—Ne öğretmeni bu?

—Müzik.

—Bak müzik öğretmeni diyorsun elbiseyi bilmediği için suçluyorsun. Olacak iş mi?

—Bu öğretmen hiç konsere gitmedi mi? Düğüne? Hiç bir türk sanat müziği korosunda şarkı söylemedi mi? Hadi bunları yapamadı diyelim, hiç mi çişi gelmedi?

—Farklı şeyler onlar…

—Farklı şeyler, farklı şeyler… Sıkışınca “farklı şeyler” diyorsun. Anneme de hep böyle diyorsun.

—Anneni karıştırma.

—Ben de karıştırmak istemiyorum ama veli toplantısı mektubunu sana vermemi o istedi, gidemezmiş.

—Veli toplantısı mektubu mu? Veli toplantısı nereden çıktı şimdi?

—Gece ne giyeceklerine sizle beraber karar vermek istiyorlar galiba.

—Neden annen gitmiyormuş?

—Alışveriş yapacakmış. Geceye o da davet edilmiş.

—Kim davet etmiş?

—Basri Çengel.

—O cahil dümbelek de kim oluyor!

—Müzik öğretmenim.

—Göndermiyorum geceye filan. Ulan adam daha bir T harfini yazmaktan aciz. Göndermiyorum. O alışverişe gidecek ben sıralara sığmayan bir sürü salağın arasına veli toplantısına? O gezerken ben “ay gecelayin ne giysam” diye virildeyenlere evladımı soracağım? Yok öyle yağma! Gidilmeyecek alışverişe de hiçbir şeye de!

—…

—…

—Dedim sana, okul çok saçma.

—Evet.

(Resim: Normal Rockwell / Facts of Life)

http://www.youtube.com/watch?v=xOKSbVRcPEY

Aklınıza ve vicdanınıza mukayyet olmanız dileğiyle...

Zeynep

11 Nisan 2012 Çarşamba

Kiminin çayı, kiminin duası...




Biz üç kişiydik; Melike, Zeynep ve Rûken...
Üç ağız, üç yürek, üç yeminli dost.*
Uzatmaya lafı eğip, büküp, kendimizi afilli göstermeye niyetimiz yok. (Olsak dahi:)) Amaçlar, hedefler bellidir arkadaşlar. Hedefimiz... Yok yok böyle bir giriş değil tabi. Sakin. Odaklan şimdi. Biz bir akşam, çay içiyorduk, yine üç kişi (4. tekil şahıs sızınca acayip bozuluyoruz zaten.) Fonda, Norah Jones-Somewhere Over the Rainbow** var o sırada. Şarkıda mutluluk hormonu salgılıyor sanki, lal lalalay, biz şarkıya da kaptırmışken kendimizi, aptal gülümsemeler eşliğinde "Neden olmasın ki?" diye düşündük. Evet tam da böyle oldu. Ama bu tepkiyi neye verdik, hatırlamıyorum. Her neyse. Şimdi bu üç kafadar (hiçbirimiz de sevmeyiz bu kelimeyi, ama cümleye yakıştı diye el mahkum) bir araya gelse, neler çıkar ortaya diye düşünürken, bloggerlar silsilesi içerisinde bulduk kendimizi. Ama ne silsileymiş arkadaş, herhalde farkedilmemiz bir 3 seneyi alır. Neyse, orasını karıştırmayayım şimdi. -Nasıl yapalım onu? derken, "dinlediğimiz müzikler, gittiğimiz mekanlar, eleştirdiğimiz-haklı bulduğumuz yazılar, kendi düşüncelerimizi yazacağımız konular gibi bir sürü etkinliği toplarız, olur biter."dedik.
Böyle işte. Süsledim mi? Hayır.
Bir çay molasında, uğrarsanız buraya, bilin istedik bunları.
Öyle çok afilli laflar etmeye, heyecanlandırmaya gerek yok diye de kısa kestim yazıyı.
Yapacaklarımızı şimdilik teminat olarak bırakıyoruz.
Yetmezse, çay içmeye bekliyoruz :)
Çünkü çay, demlikten içilir.***


*Ahmet Kaya-Biz Üç kişiydik şarkısından esinlenilmiştir. 
(Telif haklarına da, öyle saygımız vardır.)
**Merak ettiyseniz bakınız
***Pek severiz, çok kullanırız bakınız
Vesselam...
Rûken

Diğer Demlikler