28 Ağustos 2012 Salı

bugün günlerden; yağmur


"...gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı..." (bakara/22)

"İnzalin (indirmenin) Cenab-ı Hakka olan isnadından anlaşılıyor ki, yağmur katreleri başıboş değildir; ancak bir hikmet altında ve hassas bir ölçüyle inerler. Çünkü uzak bir mesafeden gelmekle beraber, rüzgar ve hava da çarpışmalarına yardımcı olduğu halde, katreler arasında çarpışma olmuyor. Öyleyse o katreler başıboş olmayıp, gemleri, onları temsil eden meleklerin elindedir." (İşaretü'l İ'caz)


Faydalarının şehadetiyle, yağmur damlarının ihtizazı (titreşmesi), Sen'in indirmen ve üstün kılmanladır. (29.Lem'anın Tercümesi, 1.bab, 1.fasıl)

"...Gökten Allah'ın rızık vermek için yağmur indirip yeri onunla ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgarları yönetmesinde akleden kimseler için dersler vardır." (Câsiye/5)


Yağmura rahmet deniliyor. Çünkü birçok güzelliği ve faydayı içinde barındırdığından yağmur, sanki rahmetin cisimleşmiş şekli olarak damlalar halinde geliyor. (33. Söz, 27. Pencere)

Güya kainat-ı azim bir musika-i zikriyedir (zikir musikisi). En küçük nağme, en gür nağamata (nağmeler) karışmakla, haşmetli bir letafet veriyor. (24.Söz)


Görmez misin ki Allah, bulutları sevk eder. Sonra, onları kaynaştırıp üst üste yığar. Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün. O, gökten oradaki dağ (gibi bulut)lardan dolu indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de geri çevirir. Bu bulutların şimşeğin parıltısı neredeyse gözleri alacak. (Nur/43)

Şimdi tek lazım olan nedir? Bir pencere kenarı ve belki bir bardak çay ve tefekkürdür. Rabbim bizi duyanlardan, görenlerden eylesin. Zira bütün kainat, lisan-ı haliyle O'nu zikrediyor.

Unutmadan her yağmur yağdığında ben Alper'in Yağmur parçasını dinlerim.



Evet bugün Ağustosun 28'i de olabilir. Yağmuru özlemiş de olabilirim.
Dışarda yağmur, içerde sevda...

Melike

26 Ağustos 2012 Pazar

Henüz Büyümemiş Olanlara


Büyümek sandığınız kadar güzel değil çocuklar. Evet, bana inanmalısınız! Büyümek kirli bir oyunun içinde bulmak gibi kendini, bozuk bir para gibi! Küçük, bozuk ve sesli... Belki de bu küçüklüğünü gizleyebilmek için ismi 'büyük'!


Aziz Nesin'e soruyorlar: 'Soyadınızın bir hikayesi ya da bir manası varsa manası nedir? Nesin cevap veriyor ve diyor ki: '1934'te Soyadı kanunu çıkıp herkes kendine bir ad bulma arayışındayken insanların bütün gizli aşağılık duyguları ortaya çıktı. Dünyanın en cimrileri ‘eli açık’, dünyanın en korkakları ‘yürekli’, dünyanın en tembelleri ‘çalışkan’ gibi soyadları aldılar. Bir mektup yazabilecek zamanda ancak imzasını atabilen bir öğretmenimiz kendisine 'çevikel’ soyadının almıştı. Irkçılığın yayıldığı günler olduğundan, özellikle Türklüğü karışık olanlar ırkçılığı anlatan soyadlarını kapışıyorlardı. Her türlü yağmada hep sona kaldığım için güzel soyadı yağmasında da sona kaldım. Bana, ortada böbürlenebileceğim bir soyadı kalmadığından, kendime ‘nesin’ soyadını aldım. Herkes ‘nesin’ diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim.'


Büyümek demek, alışverişe artık kendin çıkmak zorunda olman demek. Genelde pop müzik, hatta birçoğunda içerisinde küfür içerikli sözler geçtiğini bildiğim yabancı müzikler çalan, ışıltılı, güzel kokulu, güzel giyimli bayan ve adamların bulunduğu, duyguların yerine her zaman aklın konuştuğu, paranın çok değersiz olduğu mağazalarda; aslında ruhunun ait olmadığını bildiğin ortamlarda giymek üzere kendine birkaç şey bakmak zorunda olmaktır. Ne büyük acı! Oysa küçük iken böyle dertlerimiz yoktu. Annemizin aldığı kıyafetleri bir çocuk masumiyetiyle giyer, bir iki gün çıkarmazdık üzerimizden. Hatta ben bir kere kendimi pamuk prenses hissetmiştim. Nasıl bir şeydi bilmiyorum ama ben küçük iken şimdi herkesin ayağında olan babetler bu kadar yaygın değildi ve, annem bana pembe kabarık bir etek, pembe ama şeker pembesi bir babet almıştı. Onunla kaldırımda hep aynı hizada dikkatlice yürümeye çalışırken nasıl hissettiğimi hala unutamıyor olmamdan belli ki çok mutlu olmuştum. Ama şimdi ne o samimi duygular var ne de o heyecan... Şimdilerde biraz da mecburiyetten girilen mağazalar, hırsızmışçasına peşine takılan kızlar var.

Sadece, biraz daha özgür, biraz daha kendim olmak güzel olabilirdi. Sosyal hayat dedikleri mefhum aslen beni fazla ilgilendirmez. Her şeyin ayrıştırıldığı, başkalaştırıldığının bir göstergesi daha! Benim bir hayatım var ve o hayatın içinde benim gibi insanlar var. Yani hepsi benim gibi insan! Ama birçoğuna göre okul arkadaşları, iş arkadaşları, mahalle arkadaşları, dershane arkadaşları, dershane öğretmenleri, okul öğretmenleri, eski mahalle komşuları, yeni mahalle komşuları, spor arkadaşları ve okumaktan sıkılacağınız daha birçok insan kitlesi ve birçok takı vardır kelimelerin önünde. Hepsi ayrı birer grup ve ayrı ayrı davranılması gereken kitlelerdir. Modern zamanın insanı da belki bu yüzden bu kadar riyakar, ve belki de bu yüzden sayamayacağım kadar yüze sahiptir.Büyümek ile ilgili sadece bir maddeden verilen örnek dahi, büyümenin aslında biraz da zor bir iş olduğuna kanıttır.

Ve siz çocuklar, büyümek isteseniz de istemeseniz de bir gün elbette büyüyeceksiniz. 'Zaman sadece armutları değil, insanları da olgunlaştırır.' Ama bu büyüme işini ellerinizi, dillerinizi ve bellerinizi kirletmeden yapmaya özen gösterin. Demem o ki: Edebli olun. Çünkü sadece o zaman büyümenin kirli elleri sizi kirletmeden büyütebilir. Asıl büyümesi gereken yerin kalbiniz olduğu gerçeğini de unutmazsanız iyi edersiniz! Kalbinizi büyütün, büyütün, büyütün... 
Zeynep

9 Ağustos 2012 Perşembe

BARAN...

     
Sevgi neydi söyleyin Allah aşkına... Romanlardan bozma yapılan reyting rekortmeni dizilerde yaşananlar mı, akşam eve geldiğinde eşini önce dövüp sonra yemek yerken pişkin pişkin gönlünü almaya çalışan koca mı, II. Abdülhamit'ten Kudüs'ü isteyen İngiliz komutanına 'Biz o toprakları kanımızla aldık ve sadece kanımızla veririz.' cevabını verdirici güç mü? Yoksa, dokunmaya kıyamayan gencin, yüzüne baktıkça Allah'a tekrar tekrar iman ettiği kız mı? Ama bilmiyorsanız susun lütfen! Allah aşkına dedim. Sevgiyi bilmeyen, Allah aşkını hiç bilemez. Susun ve günaha girmeyin.
     Baran... Baran bir Afgan kızının adı ama, sıradan bir Afgan kızı değil: Savaşın arkasında bıraktığı tüm zorlukları tek başına yenmeye çalışan, ailesine bakmak için erkek kılığına girip inşaatta çalışmaya başlayan güzel bir Afgan kızı...
     Eylemin var olmadığı yerde sözcüklerin pek bir anlamı yoktur. Filmin yönetmeni Majid Majidi bunu çok iyi biliyor olmalı ki sözcükleri fazla sarf ettirmiyor, idareli kullanıyor. Sonunda filmi izlediğiniz sırada ses sisteminiz bozulsa dahi tamire gerek kalmadan sessizce bile anlayabileceğiniz bir film çıkıyor ortaya.
     Gerçek bir hikaye olması dışında filmi izlenebilir kılan en önemli noktalardan birisi sözcüklere fazla yer vermeyişi, bir diğeri ise verilmek istenen sevgi mesajını Holywood filmlerindeki gibi öyle afili hareketlerle belli etmeyip, sevginin en doğal halini, Allah'ın sevgiyi yarattığı günkü gibi hissedip, uzaktan sevmenin, varlığıyla yetinebilmenin, aşk ve utancı sentezleyebilmenin başarısıdır.
     Latif, Baran'dan önce çok sevgisiz, çok merhametsizdi. Sevgi onu adam etti. Baran'dan sonra güvercinleri ve özgürlüğü sevdi Latif. Bu yüzden gitmesine izin verdi belki de...
     İran sineması genellikle halkın sıkıntıları, fakirliği ve çaresizliği ile ilgilense de 'asl olan aşktır.' diyor Majidi. Fikirleri yaşam tarzları ne kadar farklı olursa olsun insana dair acılar ve sevinçler 7 kıtada da aynıdır. Hele acılar hiç değişmez. Gözyaşlarımızın tadı da aynı...
                                                              

                                                                                                                                      Zeynep

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Bir Dûa/ Bin Niyaz

Hz. Ali'nin Duası

Bu dûayı ilk kez Sahur Bereketi programında Dursun Ali Erzıncanlı'dan dinledim ve kendimden geçtim diyebilirim.

Ey ihsanı bol Allah’ım!
Sana hamdederim.
Ey yegâne Ma’bud!
Senin önünde eğilirim.
Yücesin, kullarından dilediğine sonsuz nimetler verirsin.
Dilediğini hüsrana duçar edersin.
Ey Yaradanım!
Sana sığınırım.
Varlık ve darlık zamanında Sana münâcaat ederim,
her an sana yalvarırım.
Gerçi günahlarım çok, fakat Senin afvın ondan daha büyüktür,
ümitsizliğe sebep yok.
Eğer Sen de beni kapından kovarsan kime sığınırım,
kimden medet beklerim,
bana başka kim şefaatçi olur?
Yâ Rab!
Hâlimi görüyorsun, yoksulluğumu biliyorsun.
Gizli niyazımı duyuyorsun.
Beni Sen’den ümit kesenlere katma,
kusuruma bakma,
daha fazla bekletme, ümitsizliğe atma.
Senin azametin Önünde boyun eğdim,
dize geldim, secdeye kapandım.
Allahım!
Dünyâdan sıyrılıp huzuruna gelirken beni,
Kelime-i Tevhid’den ayırma.
Senin nârın da hoş, nurun da hoştur.
Senin rahmetinden ümit kesmem.
Mal ve oğulların fayda vermediği o korkunç günde senin afvına nail olmak isterim,
bana affın yeter, lûtfunu göster.”
Sen bana yol gösterirsen hiçbir vakit yolumu şaşırmam.
Sen yol göstermezsen, dalâlette kalırım.
Eğer Senin affın yalnız iyilere mahsus ise
ya kötülerin bağışlayıcısı kim olacak?
Herkesin İlah’ı sen’sin.
Ben ümmetin en müttakîsî olamadımsa, En kötüsü de sayılmam.
Senin afvına sarılıyorum,
îtiraf ederim, günâhım büyük,
fakat Senin affın ondan daha büyüktür.”
Senin lûtfunu hatırlayınca kalbime tesellî doluyor.
Günahlarımı düşündükçe gözlerimden yaş dökülüyor.
Sen, şânına lâyık olanı yap,
beni affet!
Beni, senin fazlu lûtfundan başka bir yere başvurmayacak bir fıtratta yarattın.
Ne umarsam sen’den umarım.
En büyük endişem
Beni Sen de kapından kovarsan, eli boş çevirirsen hâlim nice olur?
Allah’ım, görüyorsun gafiller uykuda,
ben ise gece karanlığında el açıp Sana niyaz ediyorum.
Dualarım Sana yükselsin, niyazlarım makbul olsun.
Herkes ne beklerse ancak Senin lûtfundan bekler.
Her biri Cennete girmek ister,
Sen bana Cennette dîdârını göster, bu bana yeter.
Ey insanlara doğru yolu göstermek için Peygamber gönderen Allah!
Fahri Kainat hürmetine,
Seni tesbih eden,
takdis eyleyen hayırlı ümmet aşkına,
bizi imandan, Kur’an’dan, İslam’dan ayırma.
Müslüman olarak haşret.
Rasulünden şefaat umarım.
Bizi ondan mahrum etme.
Senden afv-u mağfiret dilerim.
Bizi boş çevirme Allahım
Bizi boş çevirme.
Amin...
 Rûken

5 Ağustos 2012 Pazar

Bir İftar Güncesi

Öncelikle Merhaba :) Ne zamandır buralara uğramıyordum, bir kendimi hatırlatayım bir de bloga yazdığım  giriş yazısının hakkını vereyim dedim. Bugün ben memlekete gitmeden can dostlarla bir iftar yapalım dedik. Daha önce Sultanahmet'e şöyle bir uğramış, açıkçası pek tat alamamıştık. Hem onu telafi edelim, hem de Ramazan ayına yakışır bir şekilde akşam geçirelim dedik. Süleymaniye'de karar kıldık. Neden mi? Cevabı :



Ramazanın duygulu atmosferi sadece buralarda yaşanır, demeye getirmiş belediyemiz. Ama biz tam tersini düşünüyorduk. Süleymaniye, hem manevi hem de görsel manâda insanı hayran bırakacak bir yapıya ve mekana sahip. Bir de "herkes gider mersine biz gideriz tersine" inadı:)
Her neyse öyle böyle Beyazıt'ta buluşmaya karar kıldık. Arkadaşlardan önce varınca, gitmişken bir kitap fuarına da uğrayayım dedim. Bu aylık kitap kotamı doldurmuş olduğumdan, sadece seyirci kalabildim:(
İki tane "kitap ayracı" almadan ayrılmadım ama:)  İlla hatıra illa birşeycik:)
Şunlar: Hem etnik-hem özgürlük benim favori alanımdır daa:)


Sonra toplaşınca vardık Beyazıt'tan Süleymaniye yoluna. Muhabbetin tavan yaptığı moda girince Süleymaniye'ye gelmiştik bile. Hemen ilk girişte yer alan Meşhur Ali Baba Kanaat Lokantası'nda karar kılıp, yer soruşturduk. O rezerve bu rezerve derken, şanslıydık ki son masayı da biz kaptık:)


 Ortam güzel, servisler yavaştı. Tabii Ramazan'ın o telaşı ve kalabaklığı olunca hak verdik. Hep beraber iftara kadar güzel bir sohbetin içine attık kendimizi. Kâh gelen geçeni izledik, kâh İstanbul'da olmanın avantajları, lise anıları, üniversite etkinlikleri derken ezana kalmış 10 dakika. Endişe vol1:) Çünkü masada daha ne çorba ne de içecekler vardı. Neyse ki can havliyle abilere son kez baskı yapınca getiriverdiler. Vee iftar vakti sevinçleri :



Orada bir kez daha "insanoğlu ne kadar aç gözlü dimiii kııızlaaar" lafı döndü. Çünkü çorbadan sonra kesiliverdi tüm açlık. Kurufasülye duruyordu daha. Ama adamlar içine ne koyuyor bilmiyorum, o tadı alınca doygunluk hissini unutuveriyorsunuz :) (Benim açımdan bir eksik vardı ama: Turşuuuu! (Mevsimi değilmiş miş miş, dedi lokantacı abiler.)


İşte efendim iftarımızı da yaptıktan sonra artık Süleymaniye'nin eşsiz manevi havasını solumaya başlayabilirdik. Namaz... O ne kıymetli bir aradır ki Rabbinle buluşmak için, ee iftarın üzerine de bal kaymak oluyor. Önceden belirlediğimiz üzre kahvemizi hemen Süleymaniye Camii'nin arkasında yer alan Mimar Sinan Türbesi'nin karşısındaki Mimar Sinan Teras Kafe'de içelim dedik. Terası gerçekten muhteşem! Bir tarafta Süleymaniye bir tarafta İstanbul'un o mükemmel manzarası. Kendinizi bir an kaybedip,"ayyyy neee kadaaaar güüüüzeeel,dimiiiii" tekrarlarıyla buluyorsunuz. Aptal gülümsemeler eşliğinde. İşte o ara ne olduysa manzarayı seyre koyulup bir adet bile fotoğraf çekmemişiz :) Onun yerine:


 Kahveler sipariş edilip, muhabbete kaldığımız yerden devam edince aslında manzarayı bile unuttuk:)



Kahvelerin servisini pek beğenmesekte, manzara hatrına ses çıkarmadık. Köpüksüz ve ortadan ziyade şekerli olması da cabası. Neyseler olsun. Değer, dostlarla bir akşam geçirmek için. Ne demişler: "Gönül ne kahve ister, ne kahvehane. Gönül sohbet ister, kahve bahane." :)
İşte böyle bitti bir iftar daha. Ramazan akıp gidiyor, bize güzel akşamlar bırakıyor bırakmasına da giderken ardında bütün bu yaşanan güzellikleri de götürüyor aslında. Bir daha 11 ayda zor bulunuyor bu iklim. Evet iklim, Ramazan kendine has iklimini de beraberinde getirmiyor mu biraz? Biz bu ayda Rabbimize inşallah çokça yakın olabilmişizdir. Tek temennimiz O'na layık ve yakın, Resul'e de sadık olabilmek. Diğer aylara da aynı güzelliklerle girmek duası ile..
Selametle...
                                                                                                                                   Rûken

bir ezgi/ Emrin olur

Bu ezgiyi dinlediğim de aklıma lisedeyken kaldığım yurt gelir,
sabah namazları gelir,
aman aman deyip abdest için yüzüme vurduğum suyun sesi gelir,
uzun zamandır dinlememiştim.
Geçen gün meftunu olduğum bir dizide duydum; Yamak Ahmet. Kendileri Ramazanda özel olarak yayınlanan Osmanlı kültürünü ve yaşayışını anlatan hoş bir çalışma. Öznelerimiz; Dilruba ve Ahmet. İki aşık, çocukluklarından beri birbirlerine yazılmışlar. Yalnız baya kaptırmışım kendimi :) Uzun uzun anlatamam şimdi  şurdan bakabilirsiniz, bütün bölümleri var. 
Rukenle konuşurken, Yamak Ahmetin son sahnesini izledin mi dedi? Yoo hayır, link atsana dedim, ooyyy izlemez olaydım, ilk saniyede şıp şıp ağlamaya başladım, garibim Ruken de karşı tarafta ağlıyor. Çok duygusal olduk çok, bizi bu havalar mafetti :)

Aşk ile ilgili çok hikaye vardır, anlatılınca uçar gidersiniz bir anlık. Leyla ile mecnun, ferhat ile şirin, gül ile bülbül, ama Vahşi'nin sevgisi, o hazin aşk pek bilinmez. O ki asıl olana aşık olmuştur, gerçeği bulmuştur, hatta görmüştür lakin bakamazdır sevdiğine. İlk onun hikayesini dinleyelim:

Dertliyim diye ağlamayın ey canlar, böyle aşk, böyle sızı, yüreklerde mevcut değil. Ahmet de kendine pay biçer buradan. Zira sevdiği, sözlüsü Dilruba hafızasını yitirmiş, maziyi hatırlamaz, Ahmet'i unutmuş, görmek bile istemez, ne yapsın Ahmet; Taş bassın yüreğine...

                       Melike

2 Ağustos 2012 Perşembe


Ramazanda davulcular neden mani okumuyor?
Ramazanda televizyon kanalları neden saçma sapan program yapmak için birbirleriyle yarışıyor? 
Yüzyıllardır aynı şeyler orucu bozuyor, neden her sene her sene bunlar haber yapılıyor?  Sonra o iftar programları ne öyle. Artık oruçtan mıdır nedir bıraksan televizyonun içinden çıkıp evin içine atlayacak hiddetle bağıran hocalar var tvlerde, neden? 
Neden banka reklamları Ramazanda az faizi caiz göstermeye çalışıyorlar?


Neden Melike bardağın boş tarafını görüyor?
Ramazan güzelliktir Melike az da olsa onları bulmaya çalış! (iç ses)
İnternetsiz ve televizyonsuz  Ramazan daha manidar geçecektir emin ol! (iç ses)
Öyle olmuyor işte (şeytan)
Ramazan da şeytanlar bağlanmıyor muydu?
Benimki beni bırakmamaya niyetli, töbe töbe :)


Şu mübarek ayı bunlarla değil de, orucu anlamakla, yaşamakla geçirmemiz lazım diye düşüyorum. İftarı, sahuru, mukabelesi, teravihi, sohbeti, kahvesi, çayı, hatırası var bu günlerin... 
İlla da televizyon izlicem diyorsanız açın Trt1 izleyin. En mantıklısı o gibi gözüküyor (reklam yaptım)
Gideyim de anneme iftar için yardım edeyim :)

Hayırlı Ramazanlar...
Melike

Diğer Demlikler