5 Ağustos 2012 Pazar

Bir İftar Güncesi

Öncelikle Merhaba :) Ne zamandır buralara uğramıyordum, bir kendimi hatırlatayım bir de bloga yazdığım  giriş yazısının hakkını vereyim dedim. Bugün ben memlekete gitmeden can dostlarla bir iftar yapalım dedik. Daha önce Sultanahmet'e şöyle bir uğramış, açıkçası pek tat alamamıştık. Hem onu telafi edelim, hem de Ramazan ayına yakışır bir şekilde akşam geçirelim dedik. Süleymaniye'de karar kıldık. Neden mi? Cevabı :



Ramazanın duygulu atmosferi sadece buralarda yaşanır, demeye getirmiş belediyemiz. Ama biz tam tersini düşünüyorduk. Süleymaniye, hem manevi hem de görsel manâda insanı hayran bırakacak bir yapıya ve mekana sahip. Bir de "herkes gider mersine biz gideriz tersine" inadı:)
Her neyse öyle böyle Beyazıt'ta buluşmaya karar kıldık. Arkadaşlardan önce varınca, gitmişken bir kitap fuarına da uğrayayım dedim. Bu aylık kitap kotamı doldurmuş olduğumdan, sadece seyirci kalabildim:(
İki tane "kitap ayracı" almadan ayrılmadım ama:)  İlla hatıra illa birşeycik:)
Şunlar: Hem etnik-hem özgürlük benim favori alanımdır daa:)


Sonra toplaşınca vardık Beyazıt'tan Süleymaniye yoluna. Muhabbetin tavan yaptığı moda girince Süleymaniye'ye gelmiştik bile. Hemen ilk girişte yer alan Meşhur Ali Baba Kanaat Lokantası'nda karar kılıp, yer soruşturduk. O rezerve bu rezerve derken, şanslıydık ki son masayı da biz kaptık:)


 Ortam güzel, servisler yavaştı. Tabii Ramazan'ın o telaşı ve kalabaklığı olunca hak verdik. Hep beraber iftara kadar güzel bir sohbetin içine attık kendimizi. Kâh gelen geçeni izledik, kâh İstanbul'da olmanın avantajları, lise anıları, üniversite etkinlikleri derken ezana kalmış 10 dakika. Endişe vol1:) Çünkü masada daha ne çorba ne de içecekler vardı. Neyse ki can havliyle abilere son kez baskı yapınca getiriverdiler. Vee iftar vakti sevinçleri :



Orada bir kez daha "insanoğlu ne kadar aç gözlü dimiii kııızlaaar" lafı döndü. Çünkü çorbadan sonra kesiliverdi tüm açlık. Kurufasülye duruyordu daha. Ama adamlar içine ne koyuyor bilmiyorum, o tadı alınca doygunluk hissini unutuveriyorsunuz :) (Benim açımdan bir eksik vardı ama: Turşuuuu! (Mevsimi değilmiş miş miş, dedi lokantacı abiler.)


İşte efendim iftarımızı da yaptıktan sonra artık Süleymaniye'nin eşsiz manevi havasını solumaya başlayabilirdik. Namaz... O ne kıymetli bir aradır ki Rabbinle buluşmak için, ee iftarın üzerine de bal kaymak oluyor. Önceden belirlediğimiz üzre kahvemizi hemen Süleymaniye Camii'nin arkasında yer alan Mimar Sinan Türbesi'nin karşısındaki Mimar Sinan Teras Kafe'de içelim dedik. Terası gerçekten muhteşem! Bir tarafta Süleymaniye bir tarafta İstanbul'un o mükemmel manzarası. Kendinizi bir an kaybedip,"ayyyy neee kadaaaar güüüüzeeel,dimiiiii" tekrarlarıyla buluyorsunuz. Aptal gülümsemeler eşliğinde. İşte o ara ne olduysa manzarayı seyre koyulup bir adet bile fotoğraf çekmemişiz :) Onun yerine:


 Kahveler sipariş edilip, muhabbete kaldığımız yerden devam edince aslında manzarayı bile unuttuk:)



Kahvelerin servisini pek beğenmesekte, manzara hatrına ses çıkarmadık. Köpüksüz ve ortadan ziyade şekerli olması da cabası. Neyseler olsun. Değer, dostlarla bir akşam geçirmek için. Ne demişler: "Gönül ne kahve ister, ne kahvehane. Gönül sohbet ister, kahve bahane." :)
İşte böyle bitti bir iftar daha. Ramazan akıp gidiyor, bize güzel akşamlar bırakıyor bırakmasına da giderken ardında bütün bu yaşanan güzellikleri de götürüyor aslında. Bir daha 11 ayda zor bulunuyor bu iklim. Evet iklim, Ramazan kendine has iklimini de beraberinde getirmiyor mu biraz? Biz bu ayda Rabbimize inşallah çokça yakın olabilmişizdir. Tek temennimiz O'na layık ve yakın, Resul'e de sadık olabilmek. Diğer aylara da aynı güzelliklerle girmek duası ile..
Selametle...
                                                                                                                                   Rûken

1 yorum:

  1. ve bu günkü kadar güldüğümüzü hatırlamıyorum :) (milayk)

    YanıtlaSil

Diğer Demlikler