23 Haziran 2012 Cumartesi


benim bir kardeşim var; Süeda

O da canı sıkılanlar kafilesinden

işte o zamanlar da bunları çiziyor.



                                                                                    


Melike

22 Haziran 2012 Cuma


can sıkıntısı nelere kadirsin

şimdi Rûken çok uzaklarda, tatilde

Zeynep de evinde, misafirleri var

bende buralardayım işte mütemadiyen hayal kuruyorum ve canım sıkılıyor

yoksa dostlarım beni unuttu mu?

olsun benim mandallarım var, rüzgarda sallanan, akşam olunca ağlayan...



Melike

18 Haziran 2012 Pazartesi


çay sıcak...       vakit akşam...    dert çok...     Allah büyük.
                                                                                                      
Zeynep

16 Haziran 2012 Cumartesi



Çay, sen ne büyük bir nimet ne tükenmez bir hediyesin :)



Melike

12 Haziran 2012 Salı

bir ayet / bin manâ




" Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah'ındır. O hem diriltir, hem öldürür. Sizin için Allah'dan başka ne bir veli/dost ne bir yardımcı vardır. " 
 Tevbe/116

" Rabbim, yalnızlığım seninle güzel "


Melike

10 Haziran 2012 Pazar

Yine Düzgün Bir Şey Yazayım Derken, Saçmalayan Bir Kızın Günlüğü





Göz pınarlarınız kuruyana kadar ağlamak istediniz mi hiç? Ben istedim, hemde daha fazlasını. Bir daha hiç ağlamamak için, şansım olur belki diye.
İçinizdeki merhameti salıvermek istediniz mi peki? Vicdanınızın artık yok olmasını isteyecek kadar.
Karamsar olacak kadar umutsuzlukla karşılaşmadıysanız bunlar size abartı olarak gelebilir.
Ben Rûken, adımın anlamı ise "güler yüzlü".
Çevremdeki insanları rahatsız edecek kadar, tebessüm sahibiyim. (Onların öngörüsü bu.)
Ama bu baskı mı oluşturdu üzerimde bilemiyorum, bir o kadar da sulu göz bir insanım ben.
Çok acayip şeylere ağlayacak modda iken, bazen önemli meselelerde gülebiliyorum.
Niye kendimi burada anlatıyorum merak ediyorsunuz değil mi?
Ne alaka lan? Bize ne ki? falan filan da diyorsunuz biliyorum.
Falan şu:Yaşınız ilerledikçe bir şeyler değişiyor etrafınızda. Bunun en bariz örneği, aile içi muhabbettir bana göre. Yaşınız ilerliyor, çevreniz genişliyor, fikirleriniz, beğenileriniz, hobileriniz... Gittikçe ailenizin sizi avucunda tutamayacağı kadar büyüyorsunuz. Avucundan düştüğünüz aileniz bunun şaşkınlığıyla, neresinden tutarsam kârdır, fikrine kapılıveriyor. Onlar sizi ellerinde tutmaya çalışırken, siz "kapıldım gidiyorum, bahtımın rüzgarına / ey ufuklar diyorum, ayrılık var yarına" şarkısını mırıldanıyorsunuz içinizden. (Benim sesim kötü diye, içimden mırıldanıyorum, o ayrı) Ailenizin evhamı, endişesinin tabii ki haklı nedenleri vardır. Ama bazen bu "korku"ya dönüştüğünden, bireye (yani size) zarar verecek, psikolojisini harap edecek noktalara varabiliyor. İyice psikolog moduna girdim, bir Tarih öğrencisi için fazla detay bunlar. Neyse, bunu çokta dolaylamadan, şuraya bağlayacağım gençler.
Daha küçük yaşlarda iken (misal ilkokul dönemlerinde) ailenizden beklentileriniz, istekleriniz, onların yanında olmak isteyişiniz farklı nedenleri olabiliyor. Yani babanızın size bisiklet alması için deliler gibi ders çalışabilecek durumda olabiliyorsunuz. Ama yaş ilerledikçe, bir şeyleri elde etmiş, artık kendi geleceğini kurma çabasına girdiğinizde, aileniz sizin için manevi anlamda doyabileceğiniz yegâne alanı oluşturuyor. Onlardan istediğiniz, beraberce geçirilecek huzurlu zamanlar, anılarını yaşatabileceğiniz mutlu günler... Birey olarak kişisel alanınızı çokta paylaşma taraftarı olmuyorsunuz. Ve bu sizinle birlikte yaşı ilerleyen ailenizi üzüyor. Peki, bunun için ne yapılabilir? Hem kendi düzenimizin sarsılmaması için çabalarken, bir yandan aile eşrafını nasıl mutlu edebiliriz?
İşte bunun cevabını bulamadım daha. Ben yaşanan olası sıkıntılardan söz ettim. Cevabı da hayrına siz verin dostlar.
Başta ki karamsarlığımı da yazıyı sonlandırmaya yakın kaybettim, herhalde ki "derdin kadar konuş" şeklinde bir fikir yanıverdi kafamda. Dünyada anne-baba yüzü görmemiş yetimleri düşündüm mesela. Ya da bisiklet için deliler gibi şımaramayan çocukları. Gözyaşlarını akıttıklarında, "tamam yavrum,üzülme"  diyerek gönlünü alabilecek aileleri olmayan kardeşlerimizi hatırladım. Yazının başında böyle "kara yazılar bağlayan" bir giriş yapmamın nedeni, az evvel ailemle yaşadığım ufak bir gerginlikti oysa, onların üzülmesi benimde kırılmam gibi bir neden, böyle bir yazıya itti. Ki yazarken gördüm ki "ulan ne salakmışım!" Yani sen geliyorsun Rûken, ah şöyle üzgünüm, şöyle dertliyim, diyerek boyundan büyük laflar ediyorsun, bak seeen!
Hayat ne saçma lan. Seni ittiği noktaya bak. Kendi yazında kendini rezil edebilecek kadar sana hakikati "gör!" diyerek sana bu yazıyı yazdırtan bir Rabbin var. Şükret, silkelen, iyi düşün. Olur mu? Akıllı ol. (içses)
Hadi bakalım, git ananın gönlünü al bakalım. (içses)
Havalar ısındıkça, iyice ergen triplerine giriyorsun. Hooop! (içses)
Yollara düşmek istiyorum, İnto the Wild! diyorum, yolculuklar, insanlar diyorum!
(Tamam, anladım. Ama yine de şu sorunun cevabını bulan bir mesaj atsın emi? )
                                                                                                                                                Rûken*

9 Haziran 2012 Cumartesi

bir şarkı


Kaç haftadır bu kadını dinliyorum. Devamlı dinlediklerim arasında yer alır muhtemelen.


Adı: Nadia Mladjao
Sahne Adı: Imany
1979 Fransa doğumlu.
Yakın zamanda Türkiye'de konser de vermiş.
İlk albümü ”The Shape of a Broken Heart” ile altın plak ödülünü almış vs. vs. vs.


önemli olan benim hoşuma gitti
ne dediği pek de önemli değil
şarkıları anlamasak da olur bazen
tınılar... ahenk...
elinizi şaklatıp, kafanızı hafif sallatıyor mu
veya sizi uzaklara mı götürüyor
dinlendiriyor mu
tamamdır, dinleyebilirsiniz
ben dinliyorum pek bir kötülüğünü görmedim :)
şu da beğendiğim en birinci şarkısı:



Melike

8 Haziran 2012 Cuma

Çaya Kudüs'e ve Aşka Dair



Yarın şerh sınavı olmasına rağmen ben aklımda ve kalbimde aşka, Kudüs'e, çaya ve hayata dair biriken kelimelerin artık hamili olamadığımdan şu anda ders çalışmıyor, aklımda başlayan rüzgarın kelimeleri alıp kalbime doğru esmesine ve orda da bazı duyguları alıp sağ koluma doğru esip ordan kalemime doğru akmasına, en nihayetinde defterle buluşmasına yardım ediyorum. Rica etsem kalemim de benim seninle buluşmama yardım eder mi acaba?

Eğer bir gün sevdiğiniz birine açılmaya cesaret edebilirseniz sakın onunla kahve içmeye gitmeyin. Onu çay içmeye davet edin. Kitapların bol olduğu bir yere gidin ve ince belli bir bardakta bir bardak çay için. Böyle şeyler aceleye gelmez, iki bardak olsa daha güzel olur. Yanında havuçlu cevizli kek de olsa iyi olur.

Eğer bunu yapmayı yani onu kitaplı bir yere götürmeyi başarabilirseniz bayağı bir önden başlamış olursunuz aşka. Çünkü kitapların olduğu yerde huzur vardır, dinginleşir insan ve kızlar genelde kitapların, çayın ve bir parça da pencereden sızan güneşin olduğu yerlerde 'Hayır' diyemezler. O havayı soluyan insan oğlunun da böyle diyebileceğini sanmıyorum ya, neyse...

Çay aşka o kadar benzer ki ve kadına... Sanıyorum erkekler biraz da bu yüzden çay ocaklarına gidiyorlar. Erkekler çayı kadınlardan daha çok seviyorlar. Aksini söylemek mümkün değil çünkü o zaman ocakları bayanlar kurardı. Çoğu kadın tatlı yemek için çayı bahane ediyor, kuru kuru gitmiyor ki anacım...

Çay aşk gibi sıcacıktır. Bakmayın şimdi icetea'ler micetea'ler (micetea'yi iyi uydurdum) çıktı. Hep kandırmaca onlar. Aşk kalpte, kanın pompalandığı, bedenin canlılığını borçlu olduğu yerde başlar ve siz aşkı üşürken gördünüz mü hiç? Siz hiç aşk gördünüz mü diye sormayacağım çünkü hayır deme ihtimaliniz ürkütüyor beni.

Aşk kırmızıdır çay gibi. Herkes çay yapar ama herkes çay demleyemez. Tıpkı birçoklarının yaşadıklarının aşk olduğunu sanıp kendini kandırdığı gibi...

Kudüslü genç de aşık olmuştu. Müslüman Kudüslü bir kıza... O kitaplı bir yere davet edemedi kızı çünkü, bütün kütüphaneleri bombalamıştı askerler. Bütün çay ocaklarını, bütün camileri... Facebooktan eklemedi ve ona da söyleyemedi zaten. Genç, sevginin değerli olduğu zamanlardan kalma duygular besliyordu kalbinde, çok değerli olduğu çok eski günlerden kalma duygular... Sonra israilli (i'ye kavgam yok, benim kavgam israille) askerin biri çay döktü kızın gözlerine, ellerine, kalbine. En çok erkek yandı ama, en çok onun gözleri, elleri, en çok onun kalbi acıdı ve kahretti askere. Büyük olmasına özen göstererek yerden bir taş aldı. Fırlattı bir insana ait olamayacağını düşündüğü beynine askerin. Sonra dua etti Rabbine, kıyamet günü Efendisiyle, cennette de buluşmak için babası, annesi ve sevdiğiyle...
Zeynep

Diğer Demlikler